![]() |
26 Mayis 1905’te Istanbul’da dogdu. 25 Mayis 1983’te Istanbul’da öldü. Bahriye Mektebi’nde, Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde ögrenim gördü. Devlet adina Paris’e gönderildi. Sarbonne Üniversitesi’ndeki ögrenimini yarida birakip yurda döndü. Çesitli bankalarda çalisti. Ankara Dil ve Tarih Cografya Fakültesi, Devlet Konservatuvari, Istanbul Güzel Sanatlar Akadamesi’nde dersler verdi. Yazarlik, yayincilik yapti. 1930’lardan sonra özgün siirden koptu. Mistisizmi Islami degerlere baglayan dinsel ve toplumsal bir kavga sanatina yöneldi. Garip akiminin ortaya çikisiyla da siirden tümüyle uzaklasti.
BEKLEYEN
Ne hasta bekler sabahı,
Ne taze ölüyü mezar,
Ne şeytan bir günahı
Seni beklediğim kadar.
Geçti istemem gelmeni,
Yokluğunda buldum seni,
Yırak vehmim de gölgeni,
Gelme artık neye yarar....
Necip Fazıl Kısakürek
Kaldırımlar Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum Yolumun karanlığa saplanan noktasında Sanki beni bekleyen bir hayal görüyorum. Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık; Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar. İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık: Biri benim, biri de serseri kaldırımlar İçimde damla damla bir korku birikiyor; Sanıyorum her sokak başını kesmiş devler, Üstüme camlarını, hep simsiyah dikiyor Gözüne mil çekilmiş bir ama gibi evler Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandir. Kaldırımlar, duyulur ses kesilince sesi, Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır. Bana düşmez can vermek yumuşak bir kucakta, Ben bu kaldırımların emzirdiği cocuğum. Aman sabah olmasın bu karanlık sokakta, Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum Ben gideyim yol gitsin, ben gideyim yol gitsin; İki yanımdan aksın bir sel gibi fenerler. Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin; Yolumun zafer takı, gölgeden taş kemerler. Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim; Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları. Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim, Örtün, üstüme örtün serin karanlıkları. Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya; Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi. Dalıp sokaklar kadar esrarlı bir uykuya; Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi...
Necip Fazıl Kısakürek
Canım İstanbul
Ruhumu eritip de kalıpta dondurmuşlar; Onu İstanbul diye toprağa kondurmuşlar. İçimde tüten birşey; hava, renk, eda, iklim; O benim, zaman, mekan aşıp geçmiş sevgilim. Çiçeği altın yaldız, suyu telli pulludur; Ay ve güneş ezelden iki İstanbulludur. Denizle toprak, yalnız onda ermiş visale, Ve kavuşmuş rüyalar, onda, onda misale. İstanbul benim canim; Vatanim da vatanim... İstanbul, İstanbul... Tarihin gözleri var, surlarda delik; Servi, endamlı servi, ahirete perdelik... Bulutta saha kalkmış Fatih`ten kalma kir at; Pırlantadan kubbeler, belki bir milyar kırat... Şahadet parmağıdır göğe doğru minare; Her nakısta o mana: Öleceğiz ne çare? Hayattan canlı olum, günahtan baskın rahmet; Beyoğlu tepinirken ağlar Karaca Ahmet... O manayı bul da bul! İlle İstanbul’da bul! İstanbul, İstanbul... Boğaz gümüş bir mangal, kaynatır serinliği; Çamlıca`da, yerdedir göklerin derinliği. Oynak sular yalının alt katına misafir; Yeni dünyadan mahzun, resimde eski sefir. Her aksam camlarında yangın çıkan Üsküdar, Perili ahşap konak, koca bir şehir kadar... Bir ses, bilemem tambur gibi mi, uda gibi mi? Cumbalı odalarda inletir... Kadını keskin bıçak, Taze kan gibi sıcak. İstanbul, İstanbul... Yedi tepe üstünde zaman bir gergef isler! Yedi renk, yedi sesten şayisiz belirişler... Eyüp oksuz, Kadıköy süslü, Moda kurumlu, Adada rüzgar, ucan eteklerden sorumlu. Her şafak Hisarlarda oklar çıkar yayından Hala çığlıklar gelir Topkapı sarayından. Ana gibi yar olmaz, İstanbul gibi diyar; Güleni söyle dursun, ağlayanı bahtiyar... Gecesi sümbül kokan Türkçe’si bülbül kokan, İstanbul, İstanbul... Necip Fazıl Kısakürek
Geçilmez
Bu kapıdan kol ve kanat kırılmadan geçilmez;
Eşten, dosttan, sevgiliden ayrılmadan geçilmez. İçeride bir has oda, yeri samur döşeli; Bu odadan gelsin diye cağrılmadan geçilmez. Eti zehir, yağı zehir, balı zehir dünyada, Bütün fani lezzetlere darılmadan geçilmez. Varlık niçin, yokluk nasıl, yaşamak ne, topyekün? Aklı yele salıverip çıldırmadan geçilmez. Kayalık boğazlarda yön arayan bir gemi; Usta kaptan klavuza varılmadan geçilmez. Ne okudun, ne öğrendin, ne bildinse berhava; Yer çökmeden, gök iki şak yarılmadan geçilmez. Geçitlerin, kilitlerin yalnız O'nda şifresi; İşte, işte o eteğe sarılmadan geçilmez!
Heykel
Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
Bu eski heykelin yanaklarında. Yapraktan saçını yerlere yaymış, Sonbahar ağlıyor ayaklarında. Süzüyor ufukta bir kızıl yeri İçi karanlıkla dolu gözleri. Alnında akşamın ince kederi, Sessizliğin sırrı dudaklarında. Yanan bir kagıtta nasıl bir satır Kaybolursa, akşam onu karaltır. Artık o silinen bir hatıradır Bir ıssız bahçenin uzaklarında
Dayan Kalbim
Seni dağladılar, değil mi kalbim,
Her yanın, içi su dolu kabarcık. Bulunmaz bu halden anlar bir ilim; Akıl yırtık çuval, sökük dağarcık. Sensin gökten gelen oklara hedef; Oyası ateşle işlenen gergef. Çekme üç beş günlük dünyaya esef! Dayan kalbim üç beş nefes kadarcık!
Akşamı getiren sesleri dinle
Dinle de gönlümü alıver gitsin Saçlarımdan tutup kor gözlerinle Yaşlı gözlerime dalıver gitsin Güneşle köye in, beni bırak da Küçüle, küçüle kaybol ırakta Şu yolu dönerken arkana bak da Köşede bir lahza kalıver gitsin Ümidim yılların seline düştü Saçının en titrek teline düştü Kuru yaprak gibi eline düştü İstersen rüzgara salıver gitsin
|
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder